İnsan aklındakilerden kaçabilir mi? Uyurken bile düşünecek kadar yorgunken ruhunuz gerçekten kaçabilir misiniz aklınızdakilerden. Aklınızdakilerle veya ağırlığıyla yaşamaya mı alışırsınız yoksa, eğer o an çözemediyseniz hala…Buna karar vermek de en az aklımızdakiler kadar ağır mevzu. Böyle dolaşırken bir binanın önünde durdum. Daha önce defalarca önünden geçip kafamı hiç kaldırıp bakmadığım bir bina. Kafamı kaldırdıkça sanki geçmişe gidiyordum, hatta dünyada olmadığım kadar eski bir geçmişe. Bu bina ben dünyaya gelmeden kim bilir kaç sene önce yapılmıştı. En üstte dışarıdan baktığında içi görülmeyen bir teras, altında çok eski kahverengi tahta camlı daireler onun altında koyu griyle mavi arasında bir renkte panjuru olan daire. Yaşadığım yerden uzak ülkelere gittim o daireye bakınca, henüz dünyaya gelmediğim zamanların yabancılığıyla. Bina dışarıdan bakınca çok ama çok eski görünüyordu, ama bir dış cephe boyaması yapılsa tüm özelliğini de kaybederdi. Apartmanın kapısını açık yakalamak için bir süre bekledim, karşısındaki kafeye oturup. Dışarıdan bakınca gördüğüm ve merakla içine girmek istediğim apartmanın avlusu muhteşemdi. Saksıda çiçekler, size hoş geldin diyerek karşılıyordu sanki. Binanın altında, bina kadar olmasa da eskiden kalan ve hala hizmet veren bir yufkacı dükkânı vardı. Semtin sakinleri hala yufkasını ondan alıyordu, dükkana giren çıkanların yaş ortalaması en az 80’di. Bina altındaki dükkanla beraber alıp çok uzak bir yere götürdü beni. Aklımdakiler de benimle beraber bir zaman yolculuğuna çıktılar. Bu yolculuk onları yorar ve artık kaybolurlar umudum boşa çıkmıştı tabi. Yorulmuyorlardı ama artık eskisi kadar etkili de değillerdi. Çünkü benim bile varlığımdan önce yaşanan hayatlara gittik geldik beraber. O hayatlardaki yaşamlarda da silinmek istenenler vardı. Teras katta oturan topuklu ayakkabısız dışarı çıkmayan teyze kardeşini kaybetmişti kısa süre önce, onun alt katındaki genç çiftin çocukları olmuyordu, o griyle mavi karışımı panjuru olan evde kavga eksik olmuyordu, küçük balkonunda elinde sigarayla bir kadın sabaha kadar gözyaşı döküyordu. Birinci katın camından dışarıya sarkan çiçekli dairede oturan İstanbul beyefendisi amca, erken yaşta kaybettiği karısının özlemiyle cam kenarında oturuyordu. Yufkacıdaki abla daha çocuktu dükkan açılığında, babasından şeker almasını istiyordu.
Ve bir yerde hayat durdu tüm bu insanlar için. Ben onlarla hiç karşılaşmadım, ben dünyaya gelmeden yaşayıp ölmüşlerdi çünkü. Ve aklındakilerle onlar da kendilerince mücadele vermişlerdi. En yıllar sonra yaşadıkları binanın önünde tanımadığım insanların yaşam geçidini izliyordum. Onlar aklındakilerle bazısını çözüp bazısını yok ederek ya da silerek geçip gitmişlerdi bu dünyadan, ben dünyaya gelmeden seneler önce. Ve sokaklar boyu evler o evlerde nice insanlar, nice yaşamlar vardı. Hepsi gelmiş, yaşamış, “aklındakiler”i çözerek veya çözemeden göçüp gitmişti bu dünyadan. Ortak noktaları “aklındakiler” değildi, ne yaşarsa yaşasınlar sona eren hayattı…
Kargocu geldi beni ve aklımdakileri tarihten bugüne hızla geri getirdi. Ama o binanın kapısı da onun sayesinde açıldı.
Şimdi aklımdakiler hala benimle ama onlardan daha güçlü bir gerçekle;
”Ölüm var ölüm…Bir gün hepimize…”. Şimdi verilmesi gereken karar şu; duracak mıyız?
Yürüyecek miyiz?
Koşacak mıyız yaşamak için?

Yorum bırakın